Kör karanlıktaki alev gibidir derler, Umut için… En karanlık anlarda belirirmiş…
***
Şu son bir yılı düşünüyorum da, herhalde hepimiz için en beter yıldı.
Önce şu Koca Dünya, annemin ısrarla “pandomima” dediği Pandemi’ye uğradı. Bence en doğrusunu söylüyor annem. Çünkü hepimin hayatında Pandomima kopardı Corona adlı virüs.
Sonra koca koca yangınlardan, sellerden geçtik. (Belli ki şefkatimizi esirgediğimiz Dünya bize çok kızmıştı. Laf aramızda hiç de haksız değildi…) O süreçte, malumun ilamı olan “tuhaf suskunluklara” maruz kaldık. Karardık. Yaşama sevincimiz küllerin altında kaldı. Umudumuzu kaybettik.
Ama mevzuumuz bu değil. Yaşanmış, tatlı bir masalı anlatmak istiyorum bu defa size ben; bir umut masalını… Mazı halkı, hep birlikte içinden geçmiştir onun...
***
Geceydi, karanlıktı, alevler büyüyor, bize doğru yaklaşıyordu… Yukarı ve Aşağı Mazı köylerinin şaşkın yaşlıları, ağlayan kadınları, genç kız ve çocukları, tahliye için bizim Koy’a getirildiler. Hemen arkalarından resmi elbiseli adamar ve kadınlar geldiler. Resmi arabalarla geldiler. Ama ne sirenlerde ne megafonlarla söylenen sözlerde en küçük bir telaş yoktu. Ayrıca kocaman bir adam oturuyordu küçücük bakkalımızın önünde; o da öyle soğukkanlıydı; yaklaşan ve büyüyen alevlere rağmen, elinde telefon, sürekli konuşuyordu. Sanırsınız sohbet ediyor.
Meğerse askerlikten geliyormuş adam. Soğukkanlılığı ondanmış; strateji bilirmiş.
Meğerse sohbet filan etmiyor, o “yalnız bırakıldığımız” ürkütücü krizi yönetiyormuş…
Meğerse Meclisi, milletvekillerini, bir de Bodrum'un ilgili kurum ve kişilerini arıyormuş. Yani otellerin, TYBA isimli yatçılar/tekneciler birliğinin ve kendi ilgili personelinin en tepesindeki insanları…
“800 misafirim var.” Diyordu. “Onlar en iyi şekilde ağırlanacaklar. Beni bu konuda ikinci bir kez aramak zorunda bırakmayın!”
“Tamam, başkanım; siz hiç merak etmeyin!”
(Bu kadarcık konuşma, Bodrum’un bol yıldızlı otellerinde günlerce ağır birer misafir gibi ağırlanmamıza yetmişti!)
Bunun bir de TYBA ayağı vardı. Onlar da tek bir telefonla bütün tahliye işini üstlenmişlerdi. Bunu bir Yatçı olan erkek kardeşimden öğrendim.
Az geçmeden bizim Koy'a sanki koca bir donanma yığıldı; bayraklı, flamalı, ışıklı ve irili ufaklı onca tekne, 'Sakın korkmayın, buradayız biz!” der gibiydi!
İşte, içinden geçtiğimiz Distopik filmin en duygulu sahnesi buydu! Ağlatan Sahne!
Bu arada, o kocaman genç adamın Bodrum Belediye Başkanı Sayın Ahmet Aras olduğunu öğrenmiştim. Her şeyi örgütlemiş, organize etmişti, işlem tamamdı, gidiyordu. Sonsöz şunları söyledi,
“Evet! Tekneler geldi, güvendesiniz. Dolayısıyla yangından ölmezsiniz. Ama rüzgâr yangının dumanını getirirse işte o sizi öldürebilir. Lütfen hemen Bodrum’a geçin!”
Kimimizi gayet düzenli, disiplinli bir şekilde, teknelere, yatlara, botlara bindirmeye başladılar… Bizse, ağırdan alanlardandık. Köyden gidesimiz yoktu. Ta ki sabahın beşinde geçilen o anonsa kadar,
“Burası Afet Bölgesi ilan edilmiştir. Ve bunlar son teknelerdir. Kalıp da ölmek istemiyorsanız lütfen hemen binin.”
Bindik. Ve iki saatlik bir yolculuktan sonra Bodrum’a vardık. Büyük, kocaman bir iskeleye yanaştık. Sayısız otobüs ve de kadınlı erkekli bir grup bizi bekliyordu. Üstü çay, kahve, su, kurabiye, ayran ve börekle dolu masalar vardı. Her şey bol bulamaçtı. Masaların başında, yiyecek servisi ve ortalığı toplamak için birileri duruyordu. Sade vatandaştı hepsi. Gece boyu uyuyamamış, börek çörek yapmış, dayanışmaya öyle gelmişler. Hem otellere dağıtılma işi için sıraya girdik hem de o masalardan istediğimizi yedik, içtik. Aynı anda çok sayıda tekne yanaşıyordu yan iskeleye. İçlerinden sayısız insan inmesine rağmen en küçük bir kargaşa yaşanmadı. Koordinasyon ekibi bizi son derece mükemmel, son derece düzenli bir şekilde listeledi ve tertemiz, serin araçlarla güzel mi güzel otellere uğurladılar. Yangınlar söndürülüp yollar açıldığındaysa, aynı titizlik ve mükemmellikle bizleri evlerimize geri getirdiler.
Mesleğimin bir ayağıdır organizasyon; 5bin seyircili festivaller, 6bin/3bin seyircili konserler, Best Model Of The World yarı finali, 200 figüranlı film setleri vb… İddia ediyorum ki hiçbir şirket, 12 saat içinde hiçbir organizasyonu öyle tıkır tıkır, öyle sorunsuz, öyle mükemmel gerçekleştiremez. Hiçbir şey bir diğerinin ayağına takılmıyordu! “Nedeni neydi peki bunun?” diye sorsalar,
“Çünkü o bir organizasyon değildi, Kurtuluş Savaşı ruhuydu… Gerektiği zaman ortaya çıkan Anadolu ruhuydu!” derim.
***
TEŞEKKÜRLERİMİZLE…
Büyük bir krizi bu kadar mükemmel yönettiğiniz için…
Bu karanlık günlerde, bize sahipsiz olmadığımızı hissettirdiğiniz için…
Bu “Yöneticisiz kaldık” dediğimiz günlerde, durumun hiç de öyle olmadığını bizlere gösterdiğiniz için…
Yaptığınız işi, yaşadığınız coğrafyayı, ülkenizi ve dünyayı tutkuyla sevdiğiniz için…
O mükemmel personeliniz için…
Şehrin bütün kurum ve birimlerinin sevgisini kazandığınız ve bu yangını hep birlikte söndürdüğünüz için…
Bize Umut olduğunuz için, size sonsuz minnettarız Sevgili Ahmet Aras!
Ve de elbette; TYBA, Bodrum Belediyesi Zabıta birimi, Halkla ilişkiler birimi, İtfaiye Ekibi, yangını söndürmek için elinden geleni yapan köylüler ve gönüllüler; sizlere de sonsuz teşekkürler!
ÖNEMLİ NOT:
Ben sadece kendi yaşadıklarımı, yani Bodrum’u anlattım. Yoksa biliyorum ki ülkemdeki işini seven, duyarlı, vicdanlı ve becerikli bütün Yerel/Merkezi Yöneticiler ve Gönüllüler de bu kocaman yangını söndürme sürecine büyük destek verdiler. Dolayısıyla, "Sizlere de sonsuz teşekkürler!”
Umarız ki çabanız, işini bilmeyen ve sevmeyen tüm Yöneticilere pusula olur…
SON ÖNEMLİ NOT: Bu yazıyı özellikle yaymanızı isteyeceğim. Çünkü umuda, güzel bilgilere çok ihtiyacımız olan günlerden geçiyoruz.