9
Babam! Giderek daha çok dönenip duruyor aklımda. O kadar ki, sanki ruhumda yeniden vücut bulmakta, üstelik de an be an… Hemen hemen hiçbir şeyin tarifini yapmadan, yapamadan yaşadığım yıllardı onun sağ olduğu yıllar. Her şey sözsüz sedasız yaşanırdı.
Aslında “sedasız” dememeliyim; duygu fırtınaları yüksek, aklın ve sezgilerin kapısı ise kapalıydı, esip gürlüyorduk aymazca. A benim kör yıllarım… Yine de sevmeden edemem o cânım yılları! Bugün beni ben yapan o aymazlıklarım, küstahlıklarım, koskocaman kibirlerim, hepsi vardır içinde... Okumuşum ya birkaç kitap? Var ya kütüphanemde binlerce kitap? Okunuyor ya bütün dergi ve gazeteler, ölüm ilanlarına kadar? Gidiliyor ya bütün film, sergi, bale, opera, konser, panel, söyleşilere? Oturup masalarda dünyaları kurtarıyoruz ya, şiirler okuyarak; körler sağırlar birbirini ağırlar şeklinde? Bizden büyüğü, bizden önemlisi, bizden bilmişi yok! Breh, breh, breh… Derken yıllar geçiyor, kendini Brecht’yen bir yabancılaşmanın içinde buluyor ve “Anam! Ne yapmışım ben!” diyorsun… Sonra da tabi çok utanıyorsun o toyluklarından ve “Bir gün mutlaka, hayatıma girmiş bütün insanlarımı davet edeceğim bir parti düzenlemeliyim; Çevreye Verdiğim Rahatsızlıktan Ötürü Özür Dilerim Partisi.” Diyorsun… O ne çalçenelik yarabbi, o ne bilmişlik, o ne kibir, o ne kuru gürültü. Anam, anam, anam… Kılıç kalkan ekibi az kalır yanında. Sanırsın yaşamaya değil de savaşmaya gelmişim bu cihane… Sonra ne sular aktı köprülerin altından, içimde ne çınarlar devrildi, nice çamlar bardak oldu da, öyle geçtim bütün yaşlardan. Boyandığım boyanın haddi hesabı yok. Şimdi artık ne kendimi savunuyor ne kimseye saldırıyorum; sadece gülüp geçiyorum hayattaki nice şeye. Çuvaldız da iğne de kendime! Yeter ki olan bitenin altına imzamı atayım. En önemlisi de vicdanımın attığı imza! Hak, hukuk, adaletse, söylememe bile gerek yok; elbette her daim baki! Derdim günüm; emanet aldığım yeryüzü, tabiat, çiçek, böcek, insanlık; böyle şeyler! Fikir, mikir, zikir, hak getire… İnsanla uğraşmaya mecalim yok artık; çünkü çok ihanet var onda, fenalık var, vefasızlık, yargı, ötekileştirme, gıybet, dedikodu var… Hani “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” idi yaşamak? Öyleyse niye elde damga, pusuda bekliyoruz ki herkesi? “O bizden değil, bak şu laf bizim jargona uymuyor, o ateist, bu dindar, bu Kürt, bu Türk, öteki Alevi, bu taraftaki Ermeni, bu goşist, bu gotik!” diyerek niye durmadan damgalıyor, yaftalıyor ve dışlıyoruz ki herkesi? Oldu mu şimdi, oldu mu ya? Onca kitap, şiir, film, hayat, boşuna mı okundu? Ah be gözümün nuru insan! Uğraşamayacağım sizinle! (“Uğraşamayacağım bizimle” de diyebilirim burada, çünkü her ne kadar “kâinatın kızı” dese de bana bazı dostlarım, sonuçta insanımdır netekim…)
Şimdi ben, dünyayı kucaklamaya çok hevesli olan devasa düşlerimi miniminnacık dünyamda yeniden filizlendirmeye, orada denemeye, demlemeye gidiyorum. Gidiyorum dediğime de bakmayın, bin yıl oldu bu yola çıkalı. Valla pek de güzel yeşeriyor ve vücut buluyorlar. Yıllar yıllar önceydi, şahane bir delikanlı dostumuzu, “Ben Devrim’e inanmıyorum; olsa olsa Evrim yoluyla olur Devrim!” dediği için öyle bir attıydık ki yaşamımızdan ve öyle hırpaladıydık ki onu. Ne utanç verici bir durum! Evet, artık biliyorum ki; on binlerce yılın ruhumuzdaki çöplüğünü temizlemedikçe, yani her birimiz kendimizi teker teker devirmedikçe, dünya “Devrim” yüzü göremeyecek! Biliyorum, çoğunuz kızacak bana böyle dediğim için. Ama lütfen; çuvaldız da iğne de, en önce ve hep kendimize… Yoksa çıkamayacağız bu bataktan…
Babamla başlayan yazı nasıl buraya geldi, anlamadım!
Babam, aklıma ve gönlüme, derin türküler nakışlayıp göçmüştür bu dünyadan ve ben yazımı, onlardan birini dinleyerek yazıyordum; sanırım o nedenle böyle başına buyruk dal budaklar saldı, kalemim ve kelamım...
Neyse… Asıl yazacağım, başka sefere kalsın… Şimdi ben, o dinlediğim, aslında bir deyiş olan ve çok derin anlamlar içeren türkünün sözlerini yazayım:
On dört binyıl gezdim pervanelikte
Sıtkı ismin duydum divanelikte
İçtim şarabını mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum
Güruh-u Naci’ye özümü kattım
İnsan sıfatında, çok geldim gittim
Yağmur olup yağdım, ot olup bittim
Bülbül olup Firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için, hara düş oldum
Evet! Biliyorum! Babamın kızı olmaya pek hevesliyim ben!
SEMA EFE/GLOBAL KALEM